Farkındayım; başlık, demirden bir gonga çekiçle vurulduğunda çıkan sesin kulakta bıraktığı hırpalayıcı tını tadında...
Tamam, ama ben neden böyle bir başlık seçtim?
Geçenlerde, 26 yılı aşkın hizmetimden mütevellit hesabıma yatan emekli maaşım, "Şimşek" hızıyla etkisiz hale gelmeden paraya kıyıp karımı kahvaltıya götüreyim dedim.
Sessiz, sakin olacağını umarak önceden gözüme kestirdiğim denize nazır orta halli bir mekanın kapısını araladığımızda, zil çalmış, ama henüz öğretmeni derse girmemiş sınıf uğultusuyla irkildik.
Öğretmen olan karımın kaçınılmaz kaderi olsa gerek ki; yalnız olalım diye geldiğimiz mekanda bile müşteri olarak yalnızca biz ve bir de elliye yakın lise öğrencisi vardı. Bir an, "Ne yapalım?" dercesine karımın gözlerine bakınca, "Çok alışık olduğum bir ortam ve hiç yadırgamayacağım bir ses, oturalım..." dedi ve huşu içinde oturduk.
Yanı başımızda, birleştirilmiş masalardan yükselen çatal bıçak sesini, pırıl pırıl gençlerin tatlı kahkahaları ve İngilizce konuşmaları bölüyordu. Öğrendim ki; bizim çocuklar, başka bir ülkedeki kardeş okuldan gelen arkadaşlarını kahvaltıya getirmişler.
Hani, bakiyemin yeteceğini bilsem, "Gençler, kahvaltılar benden" demenin delirtici hazzını yaşamak isteyeceğim kadar güzel bir manzara var karşımda, ama en güzel rüyanın yarısında uyanmış bir hisle oturuyorum.
Ne dediklerini anlamasam da iyi şeyler konuştukları her hallerinden belli olan gençlerin musiki tadındaki uğultusu eşliğinde kahvaltı ederken, Grigori Petrov'un, "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" isimli eseri geçti gözlerimin önünden.
Eser, uzun yıllar ulus kimliğine bile sahip olamamış, yoksulluk ve türlü güçlüklerle boğuşan küçük bir ülkenin eğitimle nasıl kalkındığının; sıtma ve tüberküloz için doğal üreme alanı olan bu bataklık ülkesinde, düşünce, irade ve manevi tüberkülozun da varlığına işaret edilip, eğitimle bütün bunların nasıl üstesinden gelindiğinin ibretlik hikayesini anlatıyor.
Tamam, bizim bir ulus olma/olamama sorunumuz yok. Tarihin şahadet ettiği en yüce imparatorlukları kurmuş, şanlı bir milletiz. Zora düştüğümüz zamanlar olsa bile medeniyet iddiamız üstü küllenmiş bir kor gibi hıfzımızdadır daima. O korun külünü ise gençler üfleyecek. Kendi soluğumuzla kendimizi ısıtacağımız asil iddianın nöbetine yürüyen gençlerimizi en donanımlı şekilde hazırlamak gerekiyor ki; bu da ancak iyi bir eğitimle mümkündür.
***
Bursa Milli Eğitim Müdürlüğü, bu manada ciddi adımlar atıyor. O adımlarım hakikatli örneklerinden birisi ise "Kardeş okul" projesi. Mesela geçen hafta, "Uluslararası eğitim iş birliklerini güçlendirme" hedefi doğrultusunda Bursa'daki okullar ile Bosna-Hersek'teki muadil okullar arasında 16 kardeş okul protokolü imzalandı. Bu muhteşem bir şey.
İmza töreninde konuşan Bursa İl Milli Eğitim Müdürü Dr. Ahmet Alireisoğlu'nun, "Bosna-Hersek ile olan gönül bağlarımız tarihi bir temele dayanıyor. Bugün bu bağı, eğitim yoluyla gelecek kuşaklara aktarıyoruz..." sözleri, söz olmaktan öteye, Mevlana'nın "Pergel Metaforu"nun da önemli bir uygulaması olarak hafızalara kazınmış oldu. İlaveten, Alireisoğlu, bu adımların Bosna ile sınırlı kalmayacağını, medeniyet coğrafyamızın bütün havzalarına yayılacağının müjdesini de verdi. Bu ise daha da muhteşem bir şey.
SON SÖZ:
Bu, çok güzel hareketleri yaparken; zamanın en büyük zorbalarının, kasvetli kehanetlerle bizi tarihten sürgün etme arzularını da unutmamak lazım. Nitekim, "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" de işaret edilen o "Düşünce, irade ve manevi tüberküloz"un kahredici virüsleri, gönül/medeniyet coğrafyamızı da içine alarak bu topraklara da saçılmak isteniyor. İşte bu ölümcül tehlikeye karşı Asabı Bozuk Bir Yazı Gündelikçisi olarak, gönül örsünde, kelimelerden dövdüğüm çekiçle demirden gonga vurup ikaz mesuliyetimi yerine getirmiş olayım... Bitirirken en başta/başlıkta sorduğum sorunun cevabını da söyleyeyim. Bursa Milli Eğitim Müdürlüğü, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını medeniyet coğrafyamızın gediğine koyabilmek adına güzel şeyler yapıyor. Kutluyorum.
------
"Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve politikhaber.com.tr'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir."