Bencillik, çoğu zaman gündelik dilde küçümseyici bir etiket olarak kullanılır. “Bencil” dediğimizde, başkalarının ihtiyaçlarını görmezden gelen, yalnızca kendi çıkarını düşünen birini hayal ederiz. Oysa psikanaliz bize bencilliğin çok daha derin bir hikâyesi olduğunu hatırlatır.
Freud, insan ruhunu id, ego ve süperego arasındaki çatışmalarla açıklarken bencilliği yalnızca ahlaki bir kusur olarak değil, benliğin kendini koruma refleksi olarak da yorumladı. Çocuğun ilk yıllarında görülen benmerkezcilik, aslında gelişimin doğal bir evresidir. Ancak bu evre sağlıklı bir şekilde aşılmadığında, yetişkinlikte narsisistik bir kapanmaya dönüşür.
Bir otobüste yolculuk ederken, yaşlı bir kadının ayakta kaldığını görürsünüz. Koltukta oturan genç yolcu ise kulaklığını takmış, telefonuna dalmış, kadını fark etmez ya da fark etse bile yer vermeyi düşünmez. Bu küçük sahne, bencilliğin gündelik hayattaki en basit tezahürüdür: başkasının ihtiyacını görmezden gelmek, kendi konforunu öncelemek. Psikanalitik açıdan bakıldığında ise bu davranış, benliğin dış dünyayla empatik bağ kurmak yerine kendi içine kapanmasının bir göstergesidir.
Bugün toplumun aynasına baktığımızda, bireysel çıkarın kutsandığı bir çağda yaşıyoruz. Sosyal medyada “ben”in sergilenmesi, tüketim kültüründe “benim hakkım” söylemi, siyasette “önce ben” refleksi… Hepsi psikanalitik açıdan bencilliğin farklı maskeleri.
Oysa psikanaliz bize şunu söyler: Bencillik, yalnızca başkalarını dışlamak değildir; aynı zamanda kendi benliğini aşırı yüceltmenin de bir sonucudur. Sağlıklı bir benlik, sınırlarını korurken başkalarının varlığını da kabul eder. Patolojik bencillik ise başkalarını yok sayarak kendi boşluğunu doldurmaya çalışır.
Belki de en büyük cesaret, “ben”in ötesine geçip “biz”i yeniden kurabilmektir.
------
"Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve politikhaber.com.tr'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir."